23 Şubat 2011 Çarşamba

İSTANBUL'UN GÜVERCİNLERİ

Boğaz’ın suları yeşil aktığında soğuğu daha da içlerimde hissederim.

Çamlıca Tepeleri’nin beyazı gelir, üstüme soğuk bir tül perde olur; örtülür.
Kımıldamam.

Bu bir tılsımdır, bozmam.
Önümden buz yeşili akar durur Boğaz’ın suları, gözümü almam.
Alamam.

Deli poyrazın kıpırtısı yüreğime yerleşir, su sesine kanat çırpışları eklenir.
Bilirim.
Güvercinler gelmişlerdir.
Sokak aralarının, balkon demirlerinin, mukavva kutuların, dalların ve mutlaka geniş parkların kuşları neyin telaşındadır gün boyu?
Kim bilir?

Peşine düşmem bu sorunun.
Cevap aramam.
Bazen, sorudur tek başına yaşamın anahtarı, anlarım.

Sahi, sen İstanbul’un güvercinlerine hiç yakından baktın mı?
Büyük şehirlerin güvercinlerine...
Eksik kanatlıdırlar.
Kırık gagalı...
Çoğunun kırmızı ayakları yaralıdır.
“Yok” tırnaklıdır...

Kırçıllı kanatlarından, gri-beyaz tüylerinden kayıp giden rüzgâr olmasa belki de uçamazlar.
Kanatları mı yorgundur, yürekleri mi?
Kimse bilmez.

Ben ne zaman yeşil aksa Boğaz’ın suyu, bir torba buğday alır, güvercinlere giderim.
Bilirim onlar ürkektir, gelmezler.
Beklerler.

İlk adım hep benimdir; atarım.

Gazete manşetleri, asık suratlı haberler, trafik, çamur, kalabalık, gürültü, tekdüzelik bir avuç buğdayın boşlukta savruluşuyla uçup gider.
Eksik kanatlı, yaralı ayaklı güvercinlerin telaşı sarar her yanımı.
Kıpırdamam.
Ürkütmem.
Üç iken beş olurlar, altı, sekiz, on...

Saymam.

Buğday avucumdayken gelip elime konmazlar, güvensizdirler.
Ama ayaklarımın arasında dolaşır dururlar.
Buğday biter torbada, birer, birer eksilirler.
Dallara, çatılara, tellere çekilirler.

Boyunlarını şişire, şişire çıkardıkları sesleri kalır geride.
Boğaz’ın suyu ne zaman yeşil aksa, ben güvercinlere giderim.
Yüreğimi eksik kanatlara emanet ederim.

                                                             
(Kuytuda Büyür Hayat isimli kitaptan)

1 yorum:

Mithat Debre dedi ki...

Edebiyattan anlamam ama yabani güvercinler iyi incelenmiş :)