“Suya değen parmakları yakan nedir?
Nedir kavuran parmak uçlarını?”
Günün en soğuk anında aklıma düşüverdi bu soru, üstelik cevabını hep bildim.
Bir zamanlar, böyle bir suda yanmış yaşlı, titrek parmaklar çocuk yanaklarımda sevgiyle dolaştığından; hep bildim…
Acılarını masal yapıp, kırık Türkçe'siyle torunlarını uyutanlardan duydum,
Gerçekleri masal gibi yaşayanlardan…
Üstünde kocaman bir hilâl olan geminin ip merdivenlerine zorla tırmanıp, güvertede sırsıklam günlerce yol alanlardan…
O güvertelerde doğuma gülüp, ölüme ağıt yakanlardan duydum…
Her birinin ayrıymış gibi görünen aynı hikâyesinde,
Her birinin aynıymış gibi görünen ayrı hikâyesinde buldum cevabı.
“Suya değen parmakları yakan nedir?” günün karanlığa en yakın anında aklıma düşüverdi bu soru…
Çok zaman önceydi, siz deyin seksen küsur yıl, ben diyeyim dün.
Balyalar, denkler, yorganlar, sandıklar arasında kaybolmayı, soğukta, ıslakta uykuya dalıp bir daha uyanmamayı dileyenlerden duydum cevabı.
Gözleri hep hüzünlü bakan, her gülüşün içine bir tutam hıçkırık katanlardan duydum. “Canım sıkılıyor” dediğimde, “Aç yüreğine bir pencere” diyen anneannemden, yüzünü hiç görmediğim, sesini hiç duymadığımı dedemin durduk yerde fısıldadığı Samyotisa’dan duydum…
Konuşmadan anlattıklarında, çok konuşup hiç bir şey anlatmamalarında…
Dalıp dalıp gitmelerinde, yok, yok doğrusu gidememelerinde…
Özlemlerinde, cesaretlerinde, sessizliklerinde, kabullenişlerinde, mücadelelerinde.
Topyekûn hayatlarında buldum cevabı.
“Suya değen parmakları yakan nedir? Nedir kavuran parmakuçlarını?” diye soracak olursanız, “Bir gecede bir hayatı bırakıp, başka bir hayata yapılan yolculuktur” derim; kim bilir, hangi yabancı limanda son bulan.
(30 Ocak 1923, Mübadelenin 88. yılı için… )
1 yorum:
döktürmüşsün yine :) Eline sağlık...
Yorum Gönder