Amerika Afganistan’ı vurdu ya, gazeteci olan eşim günlerini, hatta aylarını o bölgede geçirdi.
Türkiye’ye dönerken bana “armağan” olarak mavi, ipekli bir “Burka” getirdi. Evet, evet, Afganlı kadınların Taliban döneminde giymeye zorlandıkları burkadan söz ediyorum.
Burkayı bavulundan çıkarıp bana uzatırken de, “Bunu giydiğin an, armağanın benden değil, Atatürk’ten geldiğini hissedeceksin. Atatürk’ün, siz kadınlara yaptığı iyiliği daha iyi anlayacaksın”demişti.
Doğrusu o an ne söylediğini anlayamamıştım mavi ipeksi kumaşa uzanırken...
Burkayı ambalajından çıkarıp, bu acayip örtünün neresine kafamı sokacağımı araştırdım bir süre.
Bilmece gibiydi.
İşlemelerle yapılmış yarım santimlik pencerelerden oluşan kafesi gözlerimin önüne denk düşürmeye çalıştım.
Dünyayı görebilmek için!!!
Kafamı bir çember gibi sıkan dar bölmeye sokuşturdum; daha ilk saniyelerde kendi nefesimden tiksinmeye başlamıştım.
Soluk alıp vermek tam bir işkenceydi. Ağzıma yapışan kumaş nefesimle ısınıyor, “içeride” git gide ağırlaşan bir koku oluşuyordu.
Ellerim de felaket durumdaydı doğrusu.
Hareket kabiliyetimi tümüyle kaybetmiştim.
Eşime, “Bunun omuz kısmı neresi” diye sormuştum burkayı giymeye çabalarken.
O da, “Omuz olursa, burka olmaz. Önemli olan kadının, hiçbir hattının belli olmaması” demişti.
Burkayı giydim.
Aynanın karşısına geçtim ve kendimi aradım!
Ben yok olmuştum.
Gözlerim, yüzüm, mimiklerim, bakışım hatta sesim yok olmuştu.
Ezilmiştim.
Küçülmüştüm.
Görüş alanım daralmıştı.
Görebildiğim dünya minik karelere bölünmüştü. Sanki kafamı çevirmek yetmiyor, vücudumu komple oynatırsam daha fazla bir şeyler görürüm zannediyordum.
Ama olmuyordu.
Gözler 180 derece görür ya, benimkiler o an ancak 30 dereceye hakimdi.
Zannedersem bir dakika kalabildim burkanın içinde.
Bir ömür böyle yaşayanları anlayabilmek için, bir dakika zor dayandım, itiraf ediyorum.
Bir çırpıda çıkardım.
Ama burkayı söküp atarken bedenimden, evime gelen tüm kadınlara burkayı giydirmeye karar verdim.
Benim öğrendiğimi, yani “Atatürk’ün armağanı”nın farkına daha iyi varabilsinler diye.
Çünkü ben, bir kadın için çarşafa bürünmenin ne demek olduğunu ancak burkanın içinde bir dakika kaldığımda tam algılayabilmiştim.
Şimdi daha rahat hissediyorum kendimi.
Daha güçlüyüm ve daha kendim.
Burka, beni hayattan çekip alırken kulağıma bir şeyler de fısıldamış belli ki...
Ondandır,
“Seyahatim esnasında köylerde değil, bilhassa kasabalarda ve şehirlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini çok kesif olarak kapattıklarını gördüm. Erkek arkadaşlar bu biraz bizim bencilliğimizin eseridir.
Onlar da yüzlerini cihana gösterebilsinler ve gözleriyle cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak bir şey yoktur” sözlerini duymam Atatürk’ün.
Ondandır, ansiklopedi karıştırıp hatırlamam Atatürk’ün bu sözlerinden sonra Türk kadınının önce peçeyi, 25 Kasım 1925’teki Şapka Devrimi’nden sonra da çarşafı bıraktığını...
Ondandır, gülümseyişim, sessiz şükranlarımla...
(Kuytuda Büyür Hayat isimli kitabımdan)
2 yorum:
fugencim,
o kadar guzel yaziyorsun ki ben de seninle yasiyorum yazdiklarini...ellerin dert gormesin!
sevgiler
nimet
İnançlarda özgürlük diyor ya bazıları... Bu anlamda hiç demokrat görmedim sizi fügen hanım. :))
Yorum Gönder