15 Haziran 2011 Çarşamba

SEZEN'İN BOLLUCA'SI

                                                             

90’lı yıllardı.
Ne vakit kafam atsa, işte güçte canım sıkılsa, duvarlar üstüme üstüme gelse, gazetede şefe gider, “Ben Bolluca’ya gidiyorum. Hani çocuk köyü var ya, bakalım ne durumda” der, tüyerdim.
Ohhh…
Cıvıltıya, yeşile, umuda saklanıştı o. Her patırtıyı arkamda bırakıp huzura ererdim.
Duydum ki Sezen de inceden inceye aynı hesabın peşinde.
“Toplarım tası tarağı, gider yerleşirim Bolluca’ya” diyor, baksanıza.
Yapar mı yapar.
“Neresi bu Sezen’in Boluca’sı?” diyen olursa diye iki satırla hatırlatayım istedim.

 Bir kere yeşilin, taze filizin, çocuk sesinin harmanlandığı bir yer Bolluca. Adından da anlaşılacağı gibi sevgi bol, sarıp sarmalama gani.
Tam adres soranlara”, “Arnavutköy’ün Bolluca Köyü” derim. Zaten “Çocuk Köyü” demenize gerek de yok, şen şakrak çocuk seslerini izleseniz bulursunuz.
Ne mi var orada?
Bakın bu çok önemli: Orada hayat var.

Sezen'in bebek hali:)
Kolu kanadı kırık çocuklara sunulan hayat hem de; öyle böyle değil yani…
0-6 yaş arası kimsesiz veya yarı yetim, ruhen ve bedenen özürlü olmayan, yardıma muhtaç çocuklar koruma altına alınıyor, imkânlar ölçüsünde. Ve bu çocuklar hayatlarını kendi başlarına sürdürebilecek duruma gelinceye kadar (yüksek tahsil dahil) Bolluca Çocukköyü’nde yaşıyorlar.
Kaç çocuk mu yaşıyor Bolluca’da?
Eh, şimdilik Sezen’i saymazsak 120.
Bolluca’da 12 müstakil evde yardıma muhtaç sekizer çocuk barınıyor. Ayrıca 2 gençlik evi de var. Her evin sorumlu annesi var. Yani evler öyle yatakhane modeli değil, tam bir aile düzeni sağlanmış durumda. 
Zaten köyün kurulduğu arazi Sabri Akın tarafından bağışlandığında Avusturya merkezli SOS Uluslar arası Çocuk Köyleri Kurumu’nun desteğiyle inşa edilmişti Bolluca.

Çocuklar Bolluca Çocukköyü İlköğretimokulu’nda ve yöredeki okullarda okuyorlar; orta okul çağı ve üzerindeki çocuklar yaz tatilinde 2 ay konfeksiyon, laboratuvar, kuaför ve benzeri yerlerde çırak olarak çalışıyorlar. Köyde, ergenlik çağına gelen erkek çocuklar 24 kişi kapasiteli gençlik evlerinde 6 ‘şar kişilik dairelerde yaşıyorlar ve hayata atılana kadar gençlik evinde kalabiliyorlar. Kız çocuklar ise büyüdükten sonra “teyze evlerinde” kalıyorlar. Köyde aile evi ve gençlik evlerinin yanı sıra misafirhane, teknisyenevi, kütüphane, oyunparkı, spor sahası gibi tesisler yer alıyor.

Şimdi hak verdiniz mi Sezen’e.
Tası tarağı toplayıp Bolluca’ya yerleşse, şaşırır mısınız?
Aşağıda bir link var, tıklayın. Online bağış yapma imkânı da var, kaçırmayın.

10 Haziran 2011 Cuma

"İLERİ'nin yazıları ahududu çeşnisinde"




Selim İleri yeni öykü kitabı “Yağmur Akşamları”nda hem kendisiyle
 hem de edebiyat dünyasında tanık olduğu can acıtan anılarla, vefasızlıklarla da hesaplaşıyor.

İleri, “İşte yine kendimle söyleşiyorum. Topazların, vişne likörlerinin, şamfıstıklarının alacalarına geri dönebilir miyim diye uğraşıyorum.”




Tembellik yapmadım hayır, ustaya saygımdan, başkaca bir başlık aramadım diyelim. Yazıma başlık olan cümle, Salâh Birsel’indi, okuduğum kitabın satır aralarında duruyordu, çekip aldım. “İleri” dediği, şu yazıları ahududu çeşnisinde olan hani, Selim İleri elbette.
Ahududu çeşnisi… Hayatı, hayatın içinden çekip alan bir öykücü için yapılan ne hoş bir tanımlama…

Yeni öykü kitabı “Yağmur Akşamları”nda bakın ne diyor Selim İleri:
“Vaktiyle Salâh Birsel, ‘İleri’nin kendisine özgü bir anlatımı var’ diye yazmıştı. Afrika menekşelerimden, altınlı, sarıyakutlu, topazlı bezemelerimden söz açıyordu, vişne likörleri, şamfıstıkları. Vaktiyle Salâh Bey’in sözleriyle esriyip gitmişim. ‘Ahududu çeşnisinde’ demiş. Ahududular kan pıhtısı olup kaldı. ‘Kendi kendisiyle söyleşili’ diyor. İşte yine kendimle söyleşiyorum. Topazların, vişne likörlerinin, şamfıstıklarının alacalarına geri dönebilir miyim diye uğraşıyorum.”

Tam da söylediği gibi kendisiyle söyleşili bir kitap olmuş “Yağmur Akşamları.”
Selim İleri, kimi hazin hatıraları yeniden yaşamış, içinde tuttuğu kırgınlıklarla bir kez daha sarsılmış, ah o yürek burkan hesaplaşmaların peşine düşmüş. Kelimelerinde karamsarlık, umutsuzluk var.

Elbette ve en başta, en acımasızca kendisini yazmış. Hadi biraz ileri gidip “İleri, İleri’yi bir güzel hırpalamış, üstelik bu işi tek başına hatıralara da bırakmamış. Bilerek yapmış bunu.” diyelim. Vefasızlıktan canının nasıl yandığını anlatabilmek için, kahramanlarının canını yakmış; hem öyle böyle değil, yerle bir etmiş düpedüz.

O nedenle sevgili okur, hazırlıklı olunuz, efsunlu kelimeler, gönülde saklanan, hayattan sakınılan hatıralar, İleri’nin sözleriyle “Topazların, vişne likörlerinin, şamfıstıklarının alacaları” yok bu kitapta.
Topyekûn hesaplaşma var. Kendisiyle, edebiyat dünyasıyla, ideolojilerle ah topyekûn hayatla…

“KİMSESİZ ESERLERİN YOLCULUĞU”

19 yaşında, “Cumartesi Yalnızlığı” isimli ilk öykü kitabını yayınlayan, ömrünü yazın dünyasında geçiren, özgün yazılar kaleme alan bir yazar Selim İleri, biliyorsunuz. İşte kırk küsur yıldır soluk alıp verdiği o “yazı dünyasını” hallaç pamuğu gibi atmış, yazı çizi dünyasındaki vefasızlığın, yüksek egonun, hırsın, ‘en çok ben sattım’ yarışının ne can alıcı, yıkıcı, yok edici olduğunu kendi hayatından izler taşıyan öykülerle paylaşmış.

Hem de öyle bir “özgüvenle” yapmış ki bunu; kahramanına, Lâle Dilek’e yazdırdığı öyküyü kendi kitabına isim yapmış. Kitaba adını veren Yağmur Akşamları isimli öykünün kahramanı başarılı hikâyeler yazsa da edebiyat çevrelerince dikkate alınmamış, gözardı edilmiş bir kişi.

Sordum elbet kimdir bu Lâle Dilek? Kime denk düşer gerçek hayatta?
“Selçuk Baran” diye yanıtladı Selim İleri…

Genç yazarlar… Hani yazı dünyasına sesini duyurmaya, kelimelerini okurla paylaşmaya çalışan ancak kimsenin dikkatini çekemeden bıkıp, kaybolup giden genç yazarlar… İleri’nin, Selçuk Baran’ın yaşadıklarından esinlenerek yazdığı “Yağmur Akşamları” öyküsü sizin bu çıkmaz içinde uğradığınız haksızlığa pek çarpıcı biçimde dikkat çekiyor, haberiniz ola.

Aman dikkat, yağmurlu akşamlar değil, İleri’nin dediği gibi “Yağmur akşamları… Daima tek başımızayken.”
Ah Selim İleri’nin hüzünle yoğrulmuş efsunlu, kırgın kelimeleri…

“HÂLÂ BEĞENİLME TUTKUSU”

Söylemiştim yukarıda; “Yağmur Akşamları” bir hesaplaşma kitabıdır diye. İtirafları var İleri’nin, bizeymiş gibi görünen asıl kendine yaptığı itirafları.

“Günyol (Vedat) beni edebiyat dünyasına tanıtan kişi. Yeni Ufuklar’da ‘Savaş Çiçekleri’ni o yayınladı. Günyol yazdıklarımı hiçbir zaman beğenmedi. Ölünceye kadar beğenmedi. Altmışıma iyice yaklaşırken içimde hâlâ sızı, bu beğenmeyişe handiyse kin. Ne korkunç şey yazarın beğenilmek tutkusu! Dinmez ağrı.”


                                                           

“HATIRASIZ, ÇIKIP GİTTİLER”

Söylemeliyim, “Yağmur Akşamları” okuru dikkatli olmalı. Cümleler arasına saklanmış hırpalanmış duygulara, hesaplaşmalara dikkat kesilmeli okurken.
Okuyup gidilesi bir kitap değil “Yağmur Akşamları”, satırlarda siyaset var, ideoloji var, kurbanlar, göz ardı edilmiş insanlar var.
Öykülerin çoğu kısa, kesik cümlelerle kurulmuş. Tıpkı duygular gibi, çarçabuk şekil değiştiren, uçarı… Okur, satır aralarından hayatı çekip almalı; sitemleri, sevgileri, kırgınlıkları, kızgınlıkları.

Selim İleri gibi bir savrulmalı, bir durulmalı…

Ve fakat içinde hep biraz özlem kalmalı, hallice kabullenememe duygusu.

Birdenbire “Yakın arkadaş değildik. Hiçbir zaman da olmadık. Ama yakın arkadaşlık nedir? O dönemde çok yakın olduğumuzu sandığım, ustam bildiğim kişiler sonra hayatımdan hatırasız ya da karanlık hatıralarıyla çıkıp gitmediler mi?” diyorsa farkına varmalı.
Ya da satırlarda “Dergiler göçüyor, edebiyat göçüyor, birbirinin gözünü oyan insanlar, kimin umurunda öykü, sesim yükselsin istiyorum” diye isyan ediyorsa üstünde durmalı, ciddiye almalı.

İSTANBUL… ELBETTE

Yazar Selim İleri olur da satırlarda İstanbul olmaz mı? Var elbette.
Kemal T. ( “Büyük romancı” diyor Selim İleri. Kemal T. olarak bırakmış, bozmayalım)’nin Suadiye’deki evi, Kadıköy Baylan ve çoktan unutulmuş Karaköy Baylan, Yahya Kemal’li Cerrahpaşa Hastanesi, Ayaspaşa Cennet Çay Bahçesi, Eyüp’te vapur iskelesi, Tünel, Balık Pazarı, Kurtuluş, Feriköy, Cihangir.

Ama durun sevgili okur. Tıpkı İleri’nin kitabında dediği gibi, “Semtler birbirine karışıyor. Langa Teşvikiye oluyor, Kocamustâpaşa (Burada dikkat edelim lütfen, Mustafapaşa değil, İstanbullunun diline yerleştiği gibi yazmış İleri) da birdenbire Kadife Sokak.

Ve Yağmur Akşamları’ndan tanıdık isimler çıkıp geliyor: Orhan Veli, Sait Faik, Leyla Erbil, Behçet Necatigil, Vedat Günyol, Metin Altıok, Halil Taşçı, Armağan İlkin, Fikret Ürgüp, Selçuk Baran, Mehmet Âkif, Refik Halid…

Kitabında, “Eve tek başıma girdim. Lâle Müldür’ün şiirindeki gibi, çiçeklere su verdim, yani kaktüsler, yapraklar, bitkiler falan. ‘Ve insanların korkunç öykülerini anlattım onlara’ demişken Selim İleri, başkaca ne yazmalı?

“Fotoğrafı Sana Gönderiyorum” isimli öykü kitabının üzerinden beş yıl geçti; araya romanlar, denemeler, incelemeler girmişti.
İşte şimdi elimde İleri’nin yeni öykü kitabı. Arka kapak yazısında diyor ki: “Birçok gece vardır ki, eve kendi kendime döndüm. Hayata kendi kendime dönmeye çalışarak…”
Dönmüş…

3 Haziran 2011 Cuma

SIRRIMSIN, SIRDAŞIMSIN


40. Orhan Kemal Roman Ödülü Kamuran Şipal'in, Sırrımsın, Sırdaşımsın romanına verildi.



                                   "OKUR BENİ YAZDIKLARIMDA BULUR"

61 yıl önce ilk şiirini yayımlayan ve edebiyatımıza 84 yaşında yazdığı yeni romanı “Sırrımsın Sırdaşımsın”ı armağan eden Kâmuran Şipal’i Kafka çevirilerinden de tanıyoruz.

 Eserlerinde kahramanlarının iç dünyasını zengin soyutlamalarla ve betimlemelerle tanımlamaktan vazgeçmeyen Şipal’in Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Sırrımsın Sırdaşımsın”ı da böyle bir kitap.





- Alo, Kamuran Bey?
- Evet, benim.
- İyi günler dilerim. Vatan Kitap için son romanınız “Sırrımsın, Sırdaşımsın”ı da içine alan bir röportaj yapmak isterim sizinle. Uygun görür müsünüz?
- Teşekkür ederim ama ben röportaj vermiyorum.
- Peki, bir kahve sohbeti olsun o vakit...
- Çok naziksiniz ama prensip olarak yapmıyorum bunu...

Kelimeler tam da böyle miydi?
Peki ya bu önemli miydi?
İkna edemiyordum işte.
Bu son derece sevecen bir sesle, kırmadan, terslemeden röportaj talebimi reddeden kişi Kafka çevirileriyle bilinen, kendi öykü ve romanlarıyla da seçkin bir okur kitlesine sahip gizemli ve gözden ırak yazarımız Kâmuran Şipal’di.
84 yaşında yeni bir roman yayınlayan, edebiyat dünyamızın “uzak” yazarı...
Sözünü değil, yüzünü edebiyat dünyasından sakınır Şipal.
Öyle olmasa ikinci romanı (İlk romanı Demir Köprü- 1998) “Sırrımsın Sırdaşımsın”ı yazar mıydı? Yine ve elbette ayrıntılarla örülmüş son romanının sayfalarına kendisi kadar bizi de katar mıydı?

                                                  SANAT HAYATTAN BESLENİR





Sevgili okur, evet Kâmuran Şipal röportaj talebimi reddetti ama telefon sohbetimiz sırasında verdiği yanıtlarla meraklısına pek de bilinmeyen yaşamından, kişiliğinden ipuçları da uzattı.

61 yıl önce ilk şiirini yayınlayan ve edebiyatımıza 84 yaşında yazdığı yeni romanı “Sırrımsın Sırdaşımsın”ı armağan eden Şipal, eserlerinde kahramanlarının iç dünyasını zengin soyutlamalarla ve betimlemelerle tanımlamaktan hiç vazgeçmedi.

Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Sırrımsın Sırdaşımsın”da böyle bir kitap.

Yoğun duyguları ve iç çatışmaları yine ince ince örmüş Şipal. Tanımlamalar her zamanki gibi zengin hatta sonsuz... Kitabında kahramanın döndüğü şehrin adını hiç geçirmese de okuyucu daha ilk sayfalarda nerede olduğunu anlayıveriyor. Ama içteki sayfalar, satırlar dolusu tanımlamalarla, ayrıntılarla, didik didik edilen hatıralarla öyle güçlü bir sahne yaratıyor ki okur da tıpkı kitabın kahramanı gibi “orada, o anı” yaşıyor.

Peki yazarımız “o anın” neresindedir? Ya da şöyle soralım, “Bu kendisiyle hesaplaşan kahramanımızın ne kadarı bizzat yazarımızdır?”

İşte şimdi sıra o yukarıda söz ettiğimiz ipuçlarında, telefon sohbetimize geri dönüyoruz:

- Kâmuran Bey, kitaplarınızı okuyanlar sizi de tanımak, görmek istiyorlarsa, onlara haksızlık etmiyor musunuz?
- Sanmıyorum... Hem beni ikna edememiş olmanız yazdıklarımı teyit etmez mi?
- Adana doğumlusunuz. Romanınız da Adana’da geçiyor. Yıllar sonra şehre dönen kahramanımız ne kadar sizi yansıtıyor? Okur onda sizi bulabilir mi?
-İnsan ne yazarsa kendini yazar” denir. Elbette yazdıklarımda ben de varım. Birebir kendim olmasa da yaşadıklarım, etkilendiklerim satırlarda bulunabilir.
-Yazılarınız, sanatınız hayatınızdan besleniyor tabii.
-Elbette, hayat sanattan, sanat hayattan beslenir.
-Öyleyse “Son kitabınızda doğduğu şehre dönen kahramanınızın çocukluğu, hatıraları sizin yaşamınızdan örnekleri de kapsıyor” diyelim mi? Okur, bu romanınızda anlatılanlarda sizi bulabilir mi?
-Yazılanlar yaşamın yansımasıdır.
Yazım hayatı boyunca “uzakta” kalmayı seçen yazarı “Sırrımsın Sırdaşımsın”ın satırlarında aramak okur için değerli bir kazanım olacaktır.