10 Haziran 2011 Cuma

"İLERİ'nin yazıları ahududu çeşnisinde"




Selim İleri yeni öykü kitabı “Yağmur Akşamları”nda hem kendisiyle
 hem de edebiyat dünyasında tanık olduğu can acıtan anılarla, vefasızlıklarla da hesaplaşıyor.

İleri, “İşte yine kendimle söyleşiyorum. Topazların, vişne likörlerinin, şamfıstıklarının alacalarına geri dönebilir miyim diye uğraşıyorum.”




Tembellik yapmadım hayır, ustaya saygımdan, başkaca bir başlık aramadım diyelim. Yazıma başlık olan cümle, Salâh Birsel’indi, okuduğum kitabın satır aralarında duruyordu, çekip aldım. “İleri” dediği, şu yazıları ahududu çeşnisinde olan hani, Selim İleri elbette.
Ahududu çeşnisi… Hayatı, hayatın içinden çekip alan bir öykücü için yapılan ne hoş bir tanımlama…

Yeni öykü kitabı “Yağmur Akşamları”nda bakın ne diyor Selim İleri:
“Vaktiyle Salâh Birsel, ‘İleri’nin kendisine özgü bir anlatımı var’ diye yazmıştı. Afrika menekşelerimden, altınlı, sarıyakutlu, topazlı bezemelerimden söz açıyordu, vişne likörleri, şamfıstıkları. Vaktiyle Salâh Bey’in sözleriyle esriyip gitmişim. ‘Ahududu çeşnisinde’ demiş. Ahududular kan pıhtısı olup kaldı. ‘Kendi kendisiyle söyleşili’ diyor. İşte yine kendimle söyleşiyorum. Topazların, vişne likörlerinin, şamfıstıklarının alacalarına geri dönebilir miyim diye uğraşıyorum.”

Tam da söylediği gibi kendisiyle söyleşili bir kitap olmuş “Yağmur Akşamları.”
Selim İleri, kimi hazin hatıraları yeniden yaşamış, içinde tuttuğu kırgınlıklarla bir kez daha sarsılmış, ah o yürek burkan hesaplaşmaların peşine düşmüş. Kelimelerinde karamsarlık, umutsuzluk var.

Elbette ve en başta, en acımasızca kendisini yazmış. Hadi biraz ileri gidip “İleri, İleri’yi bir güzel hırpalamış, üstelik bu işi tek başına hatıralara da bırakmamış. Bilerek yapmış bunu.” diyelim. Vefasızlıktan canının nasıl yandığını anlatabilmek için, kahramanlarının canını yakmış; hem öyle böyle değil, yerle bir etmiş düpedüz.

O nedenle sevgili okur, hazırlıklı olunuz, efsunlu kelimeler, gönülde saklanan, hayattan sakınılan hatıralar, İleri’nin sözleriyle “Topazların, vişne likörlerinin, şamfıstıklarının alacaları” yok bu kitapta.
Topyekûn hesaplaşma var. Kendisiyle, edebiyat dünyasıyla, ideolojilerle ah topyekûn hayatla…

“KİMSESİZ ESERLERİN YOLCULUĞU”

19 yaşında, “Cumartesi Yalnızlığı” isimli ilk öykü kitabını yayınlayan, ömrünü yazın dünyasında geçiren, özgün yazılar kaleme alan bir yazar Selim İleri, biliyorsunuz. İşte kırk küsur yıldır soluk alıp verdiği o “yazı dünyasını” hallaç pamuğu gibi atmış, yazı çizi dünyasındaki vefasızlığın, yüksek egonun, hırsın, ‘en çok ben sattım’ yarışının ne can alıcı, yıkıcı, yok edici olduğunu kendi hayatından izler taşıyan öykülerle paylaşmış.

Hem de öyle bir “özgüvenle” yapmış ki bunu; kahramanına, Lâle Dilek’e yazdırdığı öyküyü kendi kitabına isim yapmış. Kitaba adını veren Yağmur Akşamları isimli öykünün kahramanı başarılı hikâyeler yazsa da edebiyat çevrelerince dikkate alınmamış, gözardı edilmiş bir kişi.

Sordum elbet kimdir bu Lâle Dilek? Kime denk düşer gerçek hayatta?
“Selçuk Baran” diye yanıtladı Selim İleri…

Genç yazarlar… Hani yazı dünyasına sesini duyurmaya, kelimelerini okurla paylaşmaya çalışan ancak kimsenin dikkatini çekemeden bıkıp, kaybolup giden genç yazarlar… İleri’nin, Selçuk Baran’ın yaşadıklarından esinlenerek yazdığı “Yağmur Akşamları” öyküsü sizin bu çıkmaz içinde uğradığınız haksızlığa pek çarpıcı biçimde dikkat çekiyor, haberiniz ola.

Aman dikkat, yağmurlu akşamlar değil, İleri’nin dediği gibi “Yağmur akşamları… Daima tek başımızayken.”
Ah Selim İleri’nin hüzünle yoğrulmuş efsunlu, kırgın kelimeleri…

“HÂLÂ BEĞENİLME TUTKUSU”

Söylemiştim yukarıda; “Yağmur Akşamları” bir hesaplaşma kitabıdır diye. İtirafları var İleri’nin, bizeymiş gibi görünen asıl kendine yaptığı itirafları.

“Günyol (Vedat) beni edebiyat dünyasına tanıtan kişi. Yeni Ufuklar’da ‘Savaş Çiçekleri’ni o yayınladı. Günyol yazdıklarımı hiçbir zaman beğenmedi. Ölünceye kadar beğenmedi. Altmışıma iyice yaklaşırken içimde hâlâ sızı, bu beğenmeyişe handiyse kin. Ne korkunç şey yazarın beğenilmek tutkusu! Dinmez ağrı.”


                                                           

“HATIRASIZ, ÇIKIP GİTTİLER”

Söylemeliyim, “Yağmur Akşamları” okuru dikkatli olmalı. Cümleler arasına saklanmış hırpalanmış duygulara, hesaplaşmalara dikkat kesilmeli okurken.
Okuyup gidilesi bir kitap değil “Yağmur Akşamları”, satırlarda siyaset var, ideoloji var, kurbanlar, göz ardı edilmiş insanlar var.
Öykülerin çoğu kısa, kesik cümlelerle kurulmuş. Tıpkı duygular gibi, çarçabuk şekil değiştiren, uçarı… Okur, satır aralarından hayatı çekip almalı; sitemleri, sevgileri, kırgınlıkları, kızgınlıkları.

Selim İleri gibi bir savrulmalı, bir durulmalı…

Ve fakat içinde hep biraz özlem kalmalı, hallice kabullenememe duygusu.

Birdenbire “Yakın arkadaş değildik. Hiçbir zaman da olmadık. Ama yakın arkadaşlık nedir? O dönemde çok yakın olduğumuzu sandığım, ustam bildiğim kişiler sonra hayatımdan hatırasız ya da karanlık hatıralarıyla çıkıp gitmediler mi?” diyorsa farkına varmalı.
Ya da satırlarda “Dergiler göçüyor, edebiyat göçüyor, birbirinin gözünü oyan insanlar, kimin umurunda öykü, sesim yükselsin istiyorum” diye isyan ediyorsa üstünde durmalı, ciddiye almalı.

İSTANBUL… ELBETTE

Yazar Selim İleri olur da satırlarda İstanbul olmaz mı? Var elbette.
Kemal T. ( “Büyük romancı” diyor Selim İleri. Kemal T. olarak bırakmış, bozmayalım)’nin Suadiye’deki evi, Kadıköy Baylan ve çoktan unutulmuş Karaköy Baylan, Yahya Kemal’li Cerrahpaşa Hastanesi, Ayaspaşa Cennet Çay Bahçesi, Eyüp’te vapur iskelesi, Tünel, Balık Pazarı, Kurtuluş, Feriköy, Cihangir.

Ama durun sevgili okur. Tıpkı İleri’nin kitabında dediği gibi, “Semtler birbirine karışıyor. Langa Teşvikiye oluyor, Kocamustâpaşa (Burada dikkat edelim lütfen, Mustafapaşa değil, İstanbullunun diline yerleştiği gibi yazmış İleri) da birdenbire Kadife Sokak.

Ve Yağmur Akşamları’ndan tanıdık isimler çıkıp geliyor: Orhan Veli, Sait Faik, Leyla Erbil, Behçet Necatigil, Vedat Günyol, Metin Altıok, Halil Taşçı, Armağan İlkin, Fikret Ürgüp, Selçuk Baran, Mehmet Âkif, Refik Halid…

Kitabında, “Eve tek başıma girdim. Lâle Müldür’ün şiirindeki gibi, çiçeklere su verdim, yani kaktüsler, yapraklar, bitkiler falan. ‘Ve insanların korkunç öykülerini anlattım onlara’ demişken Selim İleri, başkaca ne yazmalı?

“Fotoğrafı Sana Gönderiyorum” isimli öykü kitabının üzerinden beş yıl geçti; araya romanlar, denemeler, incelemeler girmişti.
İşte şimdi elimde İleri’nin yeni öykü kitabı. Arka kapak yazısında diyor ki: “Birçok gece vardır ki, eve kendi kendime döndüm. Hayata kendi kendime dönmeye çalışarak…”
Dönmüş…

1 yorum:

ferah dedi ki...

Bu kitabı okumak istememdeki en büyük etken de galiba kitabın ismi ve ismini aldığı öykünün kahramanı olan yazar(Lale Dilek) olacak galiba...Fügen'in yorumsuz tanıtımının dışında:)))