24 Mayıs’tı.
Yıl 1996…
Sabah Gazetesi Haber Merkezi’nde muhabir olduğum günler.
Gazete her zamanki gibiydi. Sakin. Klavyenin başında oturmuş bir şeyler yazıyordum. Yanımdan Zafer Bey (MUTLU) geçti, telaşla… Yüzü mora çalıyordu, adımları zemini inletiyordu, koşuyordu adeta.
Anlamıştık…
Önemli bir şey olmuştu.
Bekledik.
Her meraklı gazeteci gibi, aklımız yazıişlerinde, gözümüz sürekli açılıp kapanan kapıda…
Bir süre sonra haber müdürüm çıktı yazıişleri odasından. Elime bir kâğıt tutuşturup “hemen ara bu numarayı, Ayşe’nin kızı kaza geçirmiş. Konuş” dedi.
Ayşe…
Ayşe Önal yani…
Yıllarca birlikte çalıştığım, gazete koridorlarında kaçamak sigara içtiğim, memleket meselelerini tartıştığım, hayatı paylaştığım arkadaşım Ayşe. Arabasına her bindiğimde “Kesin inemeyeceğim”diye ödümü patlatan, arada bana “Sezen’den şarkısı söyle hadi” diye takılan masa komşum Ayşe…
“Nasıl yani? Şafak? Gök gözlü kız kaza mı geçirmiş?”diye kendi kendime söylenip numarayı çevirdim.
Ağlıyordum.
Ayşe de ağlıyor muydu? Yalan olmasın hatırlamıyorum. Doğrusu tanıdığım Ayşe muhtemel ki konuşurken beni avutuyordu. Duramıyordum, bir yandan ağlıyor, bir yandan Şafak'ı soruyor, bir de olup biteni haberleştireceğim için not alıyordum.
“Kolu” diyordu Ayşe, “kopmuş…” “Ama Şafak iyi, ameliyat iyi geçti.”
“Bacağı” diyordu Ayşe, “kopmuş.” Ama Şafak iyi, ameliyat iyi geçti…”
“Kocası” diyordum, “Biliyor musun, hiç gelmedi hastaneye, uğramadı, sormadı. Şafak onunla buluşmak için gitmişti istasyona oysa…”
Sonraki günler de defalarca konuştuk elbette. Gün be gün iyi haberlerini aldık.
Sonra Şafak Türkiye’ye geldi.
Hastaneye gitmiştim, önündeki laptopla dünyaya bağlanıyordu.
Sonraki günlerde Şafak’ın protezleri takıldı, gittim. Defalarca yenilendi protezler. Protez kolunu hareket ettirerek, protez bacağını da yönetmenin alıştırmasını yaparken de oradaydım.
Bir gün telefonum çaldı, Ayşe’ydi arayan. “Hadi gel, Şafak bugün yürüyecek” demişti.
Proteziyle yürüme bandında adım atışını izledim.
Ağlıyor muydum, bırakın benim gözlerimi şimdi, mevzu o değil. O an ah o an keşke orada olsaydınız, Şafak’ın GÖK GÖZLERİ’ndeki mutluluğu, kazanma azmini, mücadeleyi görebilseydiniz…
Sonrası…
Oooo…
Hangi birini yazsam ki.
Kazanın üzerinden bir yıl geçmeden Londra’ya gitti Şafak. Politikayla ilgileniyordu. Westminster Üniversitesi’nde “Uluslararası İlişkiler” okudu.
Ha bir de “AB Politikaları”…
İkisinden de mezun olup master yaptı. BM, özel kalemi olarak mülteci kamplarında çalıştı sonraki yıllarda.
Hala da diplomat zaten.
12 Haziran’da seçim var ya, o seçimde CHP’nin İstanbul 1. Bölge Milletvekili Adayı şimdi.
Benim bölgemde yani.
Ne güzel…
Ömrümde ilk kez vereceğim oyu heba etmeyeceğine inandığım bir adayım var. 12’si sabahı koşa koşa gideceğim sandığa. Güle oynaya basacağım “EVET”imi. Ve yüksek sesle diyeceğim ki, “Şafak, oyum sana helâl olsun. Ve bize öğrettiklerin için ise asıl sen hakkını helâl et…”